5 Aralık 2023 Salı

MELEKLER, MÜMİNLERE İSTİĞFÂR EDERLER Melâike-i Kirâm, Allâhü Teâlâ’yı hamd ederek tesbîhe memur oldukları gibi, müminlerin günahkârları için istiğfâr etmekle de emrolunmuşlardır. Çünkü istiğfâr, günah için yapılır, melekler ise günah işlemezler. İtaatkâr müminlerin derecelerinin yükseltilmesi için dua ederler. Günahkâr müminlerin ise, günahlarının affı için dua ederler. Mümin Sûresi’nin 7. âyet-i celîlesinde buyurulmuştur ki -meâlen-: “Hamele-i Arş (Arşı yüklenmiş olanlar) ve onun etrafında bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbîhte bulunurlar ve ona iman ederler ve iman etmiş olanlar için af dilerler. Yâ Rabbi! Sen her şeyi rahmet ile, ilim ile kuşatmışsındır. Artık tevbe etmiş, senin yoluna tâbi olmuş olanları bağışla ve onları Cehennem azâbından koru, diye niyâzda bulunurlar.” Hamele-i Arş ve Arş’ın etrafında adedini yalnız Allâhü Teâlâ’nın bildiği kadar çok melek vardır. Âyet-i celîlede buyurulduğu üzere “Müminler ancak kardeştirler.” Birisi insan diğeri melek olsa da, iki kardeş arasında da şefkat ve merhamet bulunur. Bunun için melekler de müminlere merhametlidirler. Melekler, insanlara beş şey için dua ederler: Mağfiret talebi, Cehennem azâbından korunmaları, sâlihlerle birlikte Cennetlere kavuşmaları, günahlardan korunmaları, rahmete nâil olmaları talebi.

 ADALET, DÜŞMANLARI DAHİ DOST EDER


Adalet, haksızlıktan kaçınmak, her hakkı sahibine vermektir. Zulüm ise bunun zıddıdır; ezâ, haksızlık, insafsızlık ve insanların haklarına tecavüzden ibarettir.

Müslümanlıkta adalete, zulümden kaçınmaya büyük ehemmiyet verilmiştir. İslâm tarihi gösteriyor ki; gerek Hulefâ-i Râşidîn ve gerek onların izlerini takip etmiş olan İslâm emîrleri, adalet, rıfk ve merhametle hareket etmişler, halkın selâmetini temine, haklarını korumaya son derece ehemmiyet göstermişlerdi. İşte böyle âdilâne, hakîmâne bir hâlde idarede bulundukları için de etraflarındaki kabilelerin, kavimlerin hem memleketlerini hem de kalplerini fethe muvaffak olmuşlardı.

Malumdur ki Müslümanlar kendilerine tâbi olan gayrimüslimlerden cizye namıyla bir vergi alır, bunun karşılığında da onları himaye ederlerdi. Yermûk Harbi sırasında İslâm kuvveti belirli bir harp mıntıkasında toplanmak zarûretinde kaldıklarından Müslümanlar, kendilerine cizye vermekte olan Humus ahalisini geçici bir zaman için himaye edemeyecek bir vaziyette bulunmuşlardı.

Bunun üzerine, o ahaliden almış oldukları cizyeyi, kendilerine iade ederek, “Biz, şimdi harp ile meşgulüz, sizi himaye edemeyeceğiz, bu sebeple verdiğiniz cizyeyi alınız da başınızın çaresine bakınız.” dediler. Fakat o ahali, Müslümanların zaten ne kadar yüce gönüllü, ne kadar âdil olduklarını evvelce de anlamış olduklarından, iade edilen cizyeyi kabul etmediler ve “Sizin âdilâne idareniz bizim için, daha evvel içinde bulunduğumuz mağduriyet ve mazlûmiyet hâline kat kat tercih olunur. Valiniz bizde kalsın, şayet Rum askeri şehrimize saldırırsa biz onları valinizle beraber def ederiz.” dediler.

İşte adalet, kalplere böyle tesir eder. O muhterem İslâm emîrlerinde tecelli eden bu adalet feyizlerine bakınız ki, onlara dînen muhalif olan milletler dahi onların adilâne himayesini, kendi dindaşları bulunan kavimlerin hâkimiyeti altında yaşamaya bin kere tercih ediyorlardı. İşte, adalet böyle, düşmanları bile dost eder; adaletsizlik ise dostları bile düşman safına geçirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder